ADALET SİSTEMİNİN SORUNLARINA İLİŞKİN TESPİTLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Türk Adalet Sistemi yıllardan beri ihmal edilerek gelen ve biriken bir çok sorun içinde kalmış ve vatandaşın hak arama mercii olmaktan çıkıp, ülke için taşınması zor bir yük haline gelmiştir. Aşağıda zikredilen bir çok uygulama ve proje, sistemin ıslah edilerek vatandaşa kaliteli bir adalet hizmetinin sunulması amacı ile hayata geçirilmiştir. Ancak çok başarılı ve kamuya oldukça maliyetli bu projeler arzu edilen hedefini henüz gerçekleştirememiştir. Başta yeni bir Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Avukatlık Kanunu olmak üzere daha bir çok alanda mevzuat düzenlemesine ve proje uygulamalarına daha net bir ifadeyle adli teşkilatın yeniden düzenlenmesine ve yanlış oluşmuş hakim odaklı yargı kültürünün terk edilerek vatandaş odaklı bir anlayışa geçmeye ihtiyaç bulunmaktadır…
Yargı reformu kapsamında yapılan projeler;
1. Yeni adliye sarayları yapımı,
2. Hakim savcı alımlarının artırılması, avukatlıktan mesleğe geçiş imkanı getirilmesi,
3. Personel takviyesi(adliye ve ceza infaz kurumları),
4. Bölge adliye (istinaf) mahkemelerinin kuruluşu,
5. AİHM nin yetkisinin ve sözleşmenin kabulu ve bireysel başvuru hakkı tanınması,
6. Yargı Reformu Stratejisi ve Eylem Planı’nın oluşturulması,
7. 12 Eylül 2010 ve 16 Nisan 2017 referandumları ile HSK ve Anayasa Mahk.de değişiklikler,
8. Yargıtay ve Danıştay’ın daire sayıları ve üye sayılarının artırılması,
9. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılması,
10.Temel Kanunlarda yapılan değişiklikler. Yeni Medeni Kanun,CMK ve TCK,BK ve HMK,TTK vs.,
11. Bir çok dava türünün yargılama konusu olmaktan çıkarılması (veraset, eve dön ihtarı, bakaya suçlarının kabahate dönüştürülmesi, elektrik hırsızlığı, tanıma-tenfiz işlemlerinin idari yoldan yapılması vs),
12. Yargıda karşılaşılan sorunların çözümü amacı ile çıkarılmış bulunan yargı paketleri ile getirilen uygulamalar,
13. Uyuşmazlıkların alternatif yollarla (arabuluculuk-uzlaştırmacılık) çözümlenmesi, bilirkişilik, yargıda hedef süre uygulaması vs.
Yargının bir ayağı olan savunma mesleğinde avukat ve baro başkanı olarak ve bir dönem HSK üyesi olarak görev yüklenmiş olmanın sorumluluğu içinde, ülkemizin yargı sorunun çözümünde üzerimize düşen bir görevi yerine getirmek ve katkı sağlamak inancı ile iş bu dosya hazırlanmıştır. Bu çalışmada ifade edilen tespit ve öneriler; yurt içi ve yurt dışı mesleki ziyaretler, avukatlık, baro başkanlığı ve kurul üyeliği süresi içindeki gözlemlerin çok çeşitli muhataplar ile müzakere edilerek olgunlaştırılmış görüş ve önerilerdir. Çok kıymetli meslektaşlarımızın ve ilim adamlarımızın yapacağı katkılarla çok daha isabetli ve güzel fikir ve projelerin ortaya konulacağına inanç ve güvenimiz tamdır…
1.Hukuk eğitimi yeni baştan düzenlenmelidir.
1a. Hukuk eğitimi, mevcut ihtiyaçları karşılayacak şekilde tasarlanmalı ve pratik eğitimler ile mutlaka desteklenmelidir. Eğitim süresi temel hukuk eğitimi ve uzmanlık alanları olarak ikiye bölünmeli ilk aşamada Türkçe, edebiyat, yabancı dil, hukuka giriş, adalet felsefesi, hukuk sosyolojisi, genel hukuk, hukuk tarihi, demokrasi ve insan hakları alanlarında temel eğitim verilmeli, başarılı olanlar ikinci kademede teknik hukuk disiplinleri konusunda eğitilmelidirler. Eğitim öğretim süresi 2 artı 3 veya 3 artı 3 yıl şeklinde düzenlenmelidir.
Ülkemizin ihtiyaçlarından ve dünyanın gerçeklerinden uzak, gelişen teknoloji ile birlikte değişen veya yeni ortaya çıkan hukuk alanlarını görmezden gelen bir hukuk eğitiminin adalet beklentisini kamil manada karşılayacak bir altyapı sunması beklenemez. Bir çok yeni alanı da kapsayacak şekilde ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu sorunlu hukuk alanları da öncelikli olarak eğitim öğretim kapsamına alınmalıdır.
Öğrencilerin mesleğe daha iyi hazırlanabilmeleri için teorik eğitim yanında, pratik eğitime yönelik her fakültede mizansen dava uygulamaları yapılabilmesi için duruşma salonları gibi gerekli altyapılar oluşturulmalıdır. Bütün öğrenciler hakim, savcı, avukat, sanık, mağdur vs rollerinde çok sayıda mizansen dava görmeli ve tecrübe kazanmalıdır.
Hukuk fakülteleri, Mahkemeler ve barolar ile işbirliği yaparak öğrencilerin adliyelerde ve avukatlık bürolarında zorunlu uygulamalı eğitime tabi tutulmaları ve teori ile pratik eğitimi birlikte almaları sağlanmalıdır.
1b. Yeni hukuk fakülteleri açılması engellenmeli, mevcut hukuk fakültelerinin kalitesi artırılmalıdır. Sayı itibarıyla bu kadar hukuk fakültesine ve on binlerce hukuk öğrencisine ihtiyaç yoktur. Halen 35 devlet, 44 vakıf üniversitesi olmak üzere Kıbrıs’ta kurulu olanlarla birlikte 84 hukuk fakültesinde 70.000 civarında öğrenci hukuk eğitim almaktadır. Son dönemde 10 yeni fakültenin daha açılmasına karar verilmiş bulunmaktadır. 16.000 öğrenci civarında olan kontenjanın yeni fakültelerin açılmasıyla yirmi bine yaklaşması öngörülmektedir. Mezun olan öğrencilerden ortalama bin kadarı hakim ve savcılık mesleğine kabul edilmekte, geri kalanların tamamına yakını avukatlık mesleğine yönelmektedir. FETÖ/PDY terör örgütüne üye veya iltisakı tespit edilen beşbine yakın hakim ve savcı ihracı nedeniyle yapılan yoğun alımlar geçici bir uygulama olduğundan değerlendirme dışı tutulmuştur.
Aslında sorun hukuk fakültesi sayısının fazlalığı değildir. Asıl sorun; hukuk fakültesini bir şekilde bitirmiş bulunan ve ancak hakimlik sınavında başarılı olamayan herkesin hiçbir eleme ve ciddi bir staj eğitiminden geçirilmeden avukat olmasının getirdiği yanlış uygulamadır. Avukatlık mesleğine çok kolay erişim hukuk fakültelerine olan talebi artırdığı için fakülte sayıları ve öğrenci alımları da hızla artmaktadır. Hukuk fakültelerinin temel amacı ülkenin ihtiyacını karşılayacak şekilde hukukçu yetiştirmektir. Bizim hukuk eğitimimiz daha çok kalitesiz avukat yetiştirmeye dönüşmüş bulunmaktadır. Mevcut fakültelerimizin çok azı hariç yeterli teknik ve akademik altyapıdan mahrumdur. Profesör ünvanlı hocası bulunmayan fakültelerimiz vardır. Üniversitelerimiz gerçek manada hukukçudan ziyade kanunu olaya tatbik eden “teknisyen” yetiştirmektedir. Bu durum yargılama kalitesini doğrudan olumsuz etkilemekte, savunma görevinin yerine getirilmesinde ciddi aksamalara ve yargılamada hak ihlallerine neden olmaktadır. İçtihatlarıyla ve akademik çalışmalarıyla Türk Hukukunu geliştirecek ilim adamları ve hukukçular çıkmamaktadır.
Adalet Yüksek Okulları kapatılmalıdır. Hukuk fakültelerinde temel hukuk eğitimini tamamlayan ancak öğrenime devam edemeyen öğrencilere önlisans diploması verilerek yargıda ihtiyaç duyulan ara eleman ihtiyacı buradan karşılanmalıdır.
1c. Hukuk fakültesi müfredatına Demokrasi, İnsan Hakları, Adalet Felsefesi, Adalet Sosyolojisi gibi temel insan hakları, demokratik değerler ve erdemlerin benimsetilmesine yönelik dersler konulmalıdır. Günlük hayatta uygulama yeri olmayan dersler kaldırılmalı veya isteğe bağlı hale getirilmelidir.
Temel demokratik değerler ve standartlar konusunda yeterli eğitimi olmayan hukukçulardan gerçek ve kaliteli bir adalet beklenemez. Adalet felsefesini, insan hakları standartlarını bilmeyen, bu değerleri özümseyememiş kişilerin gerçek adaleti arayıp bulmaları, haklar ve özgürlük alanını genişletici yorumlar yapmaları beklenemez.
1d.Hukuk Fakültesi eğitim programları yapılırken Adalet Akademisi, TBB, Yargıtay ve Danıştay’ın görüş ve önerileri dikkate alınmalıdır. Yargısal alanda ortaya çıkan talep ve beklentilerden uzak bir hukuk eğitiminin topluma katkı da sağlamayacağı açıktır.
2. Mesleğe kabul uygulama ve yöntemleri değiştirilmelidir.
Hukuk fakültesini yeni bitirmiş, yaşları 22-23 civarında olan öğrencilerin hakimlik ve savcılık sınavı ve arkasından çok kısa süreli bir staj eğitiminden sonra 23-24 yaşlarında iken kürsüye hakim veya savcı olarak çıkarılması son derece sakıncalı sonuçlar doğurmaktadır.
Aynı şekilde hiçbir sınav ve elemeye tabi tutulmaksızın her hukuk fakültesi mezunu öğrencinin de ciddi bir içeriği olmayan, mesleğe hazırlanmak noktasında kendilerine hiçbir katkı sağlamayan avukatlık stajı sonrasında 22 yaşından itibaren avukatlık mesleğe başlayabiliyor olmaları son derece sakıncalıdır.
Hayata ilişkin ciddi hiçbir tecrübeleri bulunmayan kişilerin hakim, savcı ve avukat olarak mesleki faaliyet yürütmeye başlaması dünyada eşi olmayan bir uygulama olup sakıncalarını uzun uzun tartışmak mümkündür. Avrupa’da mesleğe başlama yaşı 28 den aşağı başka bir ülke yoktur. İngiliz ve Amerikan uygulamasında mesleğe başlama yaşı daha da ileridir.
2a. Yeni mezunların hakim,savcı veya avukat olarak mesleğe kabul uygulamasına son verilmelidir.
Hukukçuluğu bir meslek olarak(hakim,savcı,avukat) yapmak isteyen herkes hukuk fakültesi eğitiminden sonra ortak bir meslek/devlet sınavına alınmalıdır. Bu sınavda başarılı olanlar, “adli hizmet uzmanı” ve “avukat yardımcısı” olarak mesleğe başlamalıdır. Bu sınavı başaramamış bulunanların ise hukukun diğer alanlarında (yazı işleri, icra, tapu sicil,cezaevi müdürlükleri vs) istihdam edilmeleri sağlanmalıdır. Bu alanlarda hukuk fakültesi mezunlarının istihdam edilmeleri; mahkeme kalemi, icra daireleri ve sair yargı alanlardaki hizmet kalitesini de gereğine uygun bir seviyeye yükseltecektir. Bu görevler halen hukuk formasyonundan uzak memurlar eliyle yürütülmektedir. Yasayı veya mahkeme kararının doğru yorumlayamamaktan kaynaklanan bir çok sorun icra mahkemelerini ve adli makamları meşgul etmektedir.
Mesleklerinde en az 5 yıllık kıdem ve kariyere sahip avukatlar ve adli hizmet uzmanları arasından hakim ve savcı seçimi yapılması mesleğe kabulde yaşanan bir çok sorunu ortadan kaldıracaktır. Mesleğe yatkınlıkları, yargılama konusunda elde ettikleri tecrübeleriyle birlikte mesleğe kabul edilecek hukukçular yargıya olan güveni de artıracaktır.
2b. Hakimlik ve avukatlık stajı kaldırılmalıdır.
Meslek sınavında başarılı öğrenciler arasından Adalet Bakanlığı, ihtiyacı kadar personeli seçerek “Adli Hizmet Hizmet Uzmanı” olarak istihdam etmelidir. Bu görevde en az beş yıl çalışmış, kişilikleri ve gayretleri ile temayüz etmiş (çalışkan, başarılı, akademik kariyerini, askerliğini yapmış vs) bu uzmanlar ile mesleğinde en az beş yıl çalışmış avukatlar arasından yeni bir sınav ve veya mülakat ile hakim ve savcı alımı yapılmalıdır. Hakim ve savcı olabilmenin yaşı da bu şekilde 30 civarına gelmiş olacaktır. Bu yaş zaman içinde ihtiyaç planlamasına da bağlı olarak daha da ileriye çekilmelidir. Mesleki anlamda beklenen katkıyı sağlamaktan uzak ve kamuya maliyetine uygun hizmet karşılığı olmayan hakimlik stajı ile avukatlık mesleğinin öğrenilmesine hiçbir katkısı olmayan ve tamamı ile boş geçirilen avukatlık stajı uygulamaları kaldırılmalıdır.
Fakülte eğitimini bitirmiş ve meslek(hukukçuluk) sınavında başarı kazanmış ve avukat olmak isteyen öğrenciler ise TBB ve Adalet Bakanlığı tarafından birlikte düzenlenen “avukat yardımcısı” belgesini aldıktan sonra çalışmak istedikleri barolara müracaat ederek, bu baroların da kabulü halinde avukatlık mesleğine (staj olmaksızın) doğrudan başlatılmalıdırlar. Ancak mesleğe yeni başlayan avukat yardımcıları kendi adına büro açmaksızın en az beş yıl süre ile mesleğinde kıdemli bir avukat yanında veya bir hukuk ofisinde, sadece sulh hukuk, sulh ceza ile icra ve iflas işlerini ve davalarını takip edebilmelidirler. Bu süreyi başarılı bir şekilde geçirmiş bulunan avukat yardımcıları, yanlarında mesleki faaliyet gösterdikleri avukatın kapsamlı takdimi ve mesleklerinde en kıdemli üç avukatın daha referansları ile serbest avukat sıfatıyla Adalet Bakanlığı ve TBB tarafından mesleğe kabul edilmelidir. Serbest Avukat olarak mesleğe kabul edilmiş bulunanlar önceki yetkilerine ilaveten asliye hukuk ve asliye ceza davalarını takip edebilmelidir. Bu şekilde ikinci beş yıllık süreyi de başarılı geçirmiş bulunan (kayıtlı barosunun ve TBB nin tertip ettiği veya Adalet Akademisi tarafından düzenlenmiş bulunan meslek içi eğitim proğramlarının tamamlamış ve/veya akademik kariyer yapmış), yani mesleklerinde en az on yıllık bir kıdeme sahip olan avukatlar kısıntısız olarak tüm dava ve işleri takibe yetkilendirilmelidir.
Bu şekilde hakim ve savcılar ile avukatların aslında mesleki gelişmelerine ciddi katkı sağlamayan staj eğitimi uygulaması ortadan kaldırılırken, kontrollü ve dengeli bir geçiş süreci ile mesleki faaliyetin kaliteli bir şekilde yapılmasının altyapısı oluşacaktır. Ayrıca hukukçular arasında mesleki kıdeme dayalı bir hiyerarşi de böylece meydana getirilmelidir.
3. Meslek içi eğitim ve Adalet Akademisi;
Adalet Akademisi, kapasitesi itibarı ile asla yetişemeyeceği hakim ve savcı yetiştirmek külfetinden kurtarılarak, meslek içi eğitime ve çeşitli alanlarda uzmanlaşmayı sağlayacak eğitim proğramlarına yönelmelidir. Bu şekilde özel ve mikro konulara indirgenmiş bir akademi meslek içi eğitim proğramı, hem hakim ve savcıların hem de avukatların kendilerini geliştirmek istedikleri hukuk alanlarında uzmanlaşmalarını sağlayacak profesyonel bir yapıya dönüşmelidir. Kurum, “staj eğitim merkezi” olmaktan çıkarılarak yüksek lisans ve doktora belgeleri de verebilecek bir statüye kavuşturulmalı ve gerçek bir akademi haline getirilmelidir.
Adalet Akademisi, avukatların ve TBB nin de aktif olarak temsil edileceği yeni yapı içinde, hukukçu meslektaşların meslek içi eğitimlerine ve gelişmelerine odaklanarak, kaliteli hukukçuların yetişmesi için tarihi ve hayati önemde bir faaliyet alanına ve imkanlarına sahip, sadece ülkemizin değil bölgemizin ve Türkiye’nin bölge perspektifine de uygun, uluslararası nitelikte gerçekten prestijli bir hukuk akademisi haline getirilmelidir.
Akademin eğitim proğramlarını başarı ile tamamlayan hukukçu meslektaşların mesleklerinde kariyer yapmaları kolaylaştırılmalıdır. Bu şekilde uzmanlaşmış olanların ünvanlı görevlere getirilmesi ve bu mesleki proğramları tamamlamış olanların ünvanlı görevler ile Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine tercihen seçilmeleri mümkün olmalıdır. Bu yaklaşım ünvanlı görevlere atanma ve yüksek yargı üyeliğine seçilme bakımından bazı objektif kriterlerin getirilmesine de yardımcı olacaktır.
Yargıdaki kalitenin hem teoride ve hem de pratikte ilk müşterisi avukattır. Kaliteli bir yargı ancak kaliteli bir avukatlık faaliyeti ile mümkün olabilir. Meslek içi eğitim ve uzmanlaşma olmadıkça kaliteli bir mesleki faaliyetten de söz etmek mümkün olmamak gerektir. Akademik proğramlara katılmayarak uzmanlaşmayan ve meslek içi eğitimlerini devam ettirmeyen avukatların mesleki faaliyetlerinin kısıtlanması gibi uygulamalar veya aynı yöndeki başka teşvikler yargıda kalite ve etkinliğin sağlanmasına çok önemli katkılar sağlayabilir. Birçok batılı ülkede uygulaması zorunlu olan avukatlık meslek içi eğitimi, Adalet Akademisi ve TBB tarafından birlikte düzenlenmeli ve katılmayan meslektaşlara karşı disiplin müeyyideleri de öngörülmelidir.
4. Meslek disiplin hukuku yeniden oluşturulmalı ve etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
4a. Hakim ve savcıların disiplin hukuku günün ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden belirlenmelidir. Yeni yeni ilke kararları alınmak sureti ile güncellenmeye çalışılan disiplin hukuku, mevzuat bütünlüğünden uzaklaştığı gibi başta teftiş uygulamaları olmak üzere hakim ve savcılar bakımından zorluklara ve farklı uygulamalara neden olmaktadır. Disipline ilişkin bir çok uygulama güncel anlayışta geçerliliğini kaybettiği halde hakim ve savcıların terfi ve kariyerlerini olumsuz etkileyebilmekte, buna karşılık disiplin müeyyidesi gerektiren bir çok yanlış yaklaşım da farklı saiklerler nedeni ile gereği gibi cezalandırılmamaktadır. HSK tarafından yürütülen disiplin soruşturmaları etkinlikten uzak olduğu gibi çok zaman ve emek harcanmasına rağmen zamanaşımı süresi içinde bitirilememekte, dosyalar çoğunlukla işlemden kaldırılmaktadır. Nitelikleri itibarıyla hafif disiplin soruşturmaları Adli Yargı Adalet Kom. Başkanlığı veya Bölge Adliye (İstinaf) Kom.Başkanlığı, neticesi itibarıyla daha ağır disiplin soruşturmaları da HSK ilgili dairesi tarafından yapılmalıdır.
HSK, teftiş kurulları, hakim savcı temsilcileri, barolar ve akedemisyenlerin aktif katılımı ile ve geniş bir saha çalışması yapılmak sureti ile hakim ve savcıların disiplin hukuku yeniden oluşturulmalıdır.
4b. Avukatlık meslek disiplin hukuku ve ilkeleri gönümüz ihtiyaç ve değerleri bakımından yeniden oluşturulmalı ve ilan edilmelidir. Gerek yargının diğer unsurları ile ilgili olsun ve gerekse avukatın kendi müvekkili ile arasındaki ilişkide olsun yaşanabilen disiplin konusu davranışların odağında fiilin doğası gereği avukat bulunmaktadır. Uygun olmayan tavır ve davranış içine giren avukatların gereği gibi soruşturulup cezalandırılmadıkları da görülmektedir. Değişen ve yeni ortaya çıkan ihlallerin karşılanması amacı ile ortaya konulan meslek ilkeleri de insicamı bozduğu gibi uygulamada dağınıklığa ve farklılıklara neden olmaktadır. Baro yönetimlerinin sık yapılan seçimlerde avukat muhataplarından oy istiyor olmaları, dar bir mesleki çevre içinde devamlı surette birlikte bulunuyor olunması mevcut disiplin hukukunun gereği gibi uygulanmasını engellemektedir. Avukatların nitelik itibarıyla hafif kabul edilecek eylemleri kendi barolarının disiplin kurulları tarafından nitelikli ve neticeleri itibarıyla daha ağır eylemleri TBB nin merkezi disiplin kurulu tarafından soruşturulmalıdır.
Görevini gereği gibi yapmayan veya suistimal eden avukat hakkında disiplin işlemleri yapılmaması ise öncelikli olarak yargının ve avukatlık mesleğinin itibarını yok etmektedir. Çeşitlenen ve nitelikleri itibarı ile de zaman içinde değişen ihlal ve yanlış uygulamalara karşı iş sahiplerinin ve kamunun genel menfaatlerinin korunması ve avukatlık mesleğinin onuruna uygun olmayan fiillerin gereği gibi cezalandırılması için avukatlık disiplin hukuku da avukatlık kanunuyla birlikte yeniden belirlenmelidir.
Hakimler ve Savcılar ile Avukatlık Kanunları yenilenmelidir. Adalet Bakanlığı yeni Avukatlık Kanunu hususunda gerekli çalışmayı tamamlamış durumdadır. 2802 s.Hakimler ve Savcılar Kanunu ise yapılması teklif edilen sistem değişikliği doğrultusunda yenilenmelidir.
5. Adli teşkilat yeniden yapılandırılmalıdır;
5a. Adli teşkilatımız çağdaş uygulama örnekleri ve ülkemizin ihtiyaçları nazara alınarak kendine özgü bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Cumhuriyet Başsavcılığı adliyeden ayrı bir yapı olarak Adalet Bakanlığı bünyesinde teşkilatlanmalıdır. Yerinde ve isabetli bir yaklaşımla yeni CMK soruşturma ve kovuşturma evrelerini net çizgiler ile birbirinden ayırmış bulunmasına rağmen Cumhuriyet Savcılığının ve Mahkemelerin aynı çatı altında faaliyet yürütmeye devam etmeleri bu ayrışmayı engellemektedir. Adliye yönetiminde ve yargıyı temsilde Cumhuriyet Başsavcılığının daha etkin bir konumda bulunması Adalet Komisyonu ve komisyon başkanının hakimler ve personel nezdindeki konumunu zayıflatmaktadır. Yargılama diyalektiğinin ve silahların eşitliği prensibinin zorunlu bir ihtiyacı olarak savcılıkların adliye dışında örgütlenmeleri zaruridir. Bu ayrışma yargıya olan güveni de artıracak bir etki meydana getirecektir. Soruşturma makamı başka bir mekanda örgütlenmedikçe hakimlerin bağımsızlığından gerçek manada söz etmek de mümkün olmayacaktır.
Ülkemizde iddia ve yargılama makamlarının bu şekildeki çok yakın birlikteliği yargılamayı da etkileyecek boyutlara varabilmektedir. Hakim ve savcılar; aynı adliyede, aynı lojmanda ve hayatın bir çok alanında birliktelik oluştururken, hatta savcı ve hakimler kararların müzakeresini dahi birlikte yaparken yargının savunma ayağı olan avukat mahkemeye sesini ve taleplerini duyuramamaktadır.
Mahkemelerin bağımsızlığının önündeki en önemli engellerden bir tanesinin de iddia makamının aynı çatı altında faaliyet gösteriyor olmasıdır.
Çoğu yargı çevresinde hakim ve savcı evliliklerinin yaygın olması da yargılamanın selameti ve adalet algısı bakımından sorunlar meydana getirmektedir. Meslektaş evliliği teşvik edilmemelidir. Bir avukat ile hakim evliliğine yönelik sakıncalar hakim ve savcı evliliğinde de mevcuttur.
5b. Adliye yönetimine destek projesi çok önemli bir proje olmakla birlikte batılı ülkelerdeki uygulama örneklerinin kısmen veya bozularak transfer edilmesi projenin amacından uzaklaşılması sonucunu doğurmuştur. Hakimlerin görev mahallinde dış etkilerden izole edilmesi ve hakimin sadece işine odaklanmasının sağlanması son derece yerinde bir amaçtır. Ancak batılı uygulama örneklerinin aksine olarak bazen yedinci katta duruşma salonu konulması ve vatandaşın bu katlara kadar çıkarılması ile izolasyon amacını bağdaştırmak mümkün değildir. Duruşma salonları ve mahkeme kalemleri adliyelerin alt katlarında bulunmalıdır. Duruşma diyalektiği içinde ve silahların eşitliği ilkesi gereğince yargılamada iddia makamını teşkil eden savcıların da hakim karşısında avukatlar ile aynı ve eşit konumda bulunması zarurettir. Bu husustaki sorunlar, savcılıkların başka bir mekanda örgütlenmesiyle büyük ölçüde kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Yeni yapılan adliye saraylarımız da dahil olmak üzere ve “mahkeme yönetimine destek projesi”nin özüne aykırı olarak, her mahkemeye bir kalem ve bir duruşma salonu ve 3-7 personel tahsis etme israfına son verilmelidir. Özellikle yetkisi bölünmüş mahkemelerde görev yapan bir kısım hakimler, duruşma yapacak salon ve memur dahi bulamazken aynı adliye içindeki başka mahkemeler haftada bir iki saat süre ile duruşma yapmakta, memurları ise mesailerini verimli kullanmamaktadır. Dünyanın en büyük adliyeleri dahi bizim yanlış uygulamalarımız nedeni ile boşa giden yatırımlar olmaya mahkum kalmaktadır. Örnek ülkelerde olduğu gibi, giriş ve alt katlarda ve tam gün hizmet verecek şekilde oluşturulmuş daha az sayıda duruşma salonu ile tüm adliyelerin duruşma salonu ihtiyacı karşılanabilmelidir. Yine zemin katlarda oluşturulacak danışma ön büroları yerine büyük ve gerçekten uzman ve yetkin yazıişleri müdür ve şefleri(hukuk fakültesi mezunu) tarafından yürütülen, bir tarafı ön büro olarak kullanılabilecek tek bir yazı işleri müdürlükleri oluşturulmalıdır. Benzeri uygulama savcılık hazırlık bürolarında sorunsuz olarak zaten sürdürülmektedir. Bu suretle atıl personel ve atıl duruşma salonlarının kamuya getirdiği yük ve israftan kurtulmak mümkün olduğu gibi hakimler de dış etkenlerden daha fazla korunmuş ve dosyalarına odaklanmış olacaklardır.
5c. Duruşmalar dijital ortamda kayıt altına alınmalıdır. Halen sadece terör davalarında kullanılan kayıt sistemi tüm davalara yayılmalıdır. Bu uygulamanın duruşma zabıtlarının mahiyetine uygun tutulmasından istinaf ve temyiz incelemesine kadar bir çok sorunu çözmekte yardımcı olacağı tartışmasızdır. Duruşma sırasında ortaya çıkan psikolojik ortamlar, gerçeği veya yalanı ifşa eden beyan, jest, mimik vs bir çok önemli husus hakim tarafından gereği gibi zapta geçirilemekte ve yargılama yanlış bir yöne kayabilmektedir. Duruşmaların kayda alınması aynı zamanda duruşma salonlarında arzu edilen saygın ortamı da daha üst düzeye çıkaracaktır.
6. Mahkeme Başkanlığı Sistemine Geçilmelidir;
Savcılıkların adliye dışında örgütlenmesine paralel olarak adalet komisyonları Mahkeme Başkanlığı sistemine dönüşmelidir. Birinci kademede her ağır ceza merkezinde kurulu adalet komisyonları mülhakatıyla birlikte mahkeme başkanına bağlanmalıdır. Her mahkeme başkanlığı da yetki sınırları içinde bağlı bulunduğu Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlığına bağlanmalıdır. Teftiş kurulları da bölgesel çalışma esasına geçmek suretiyle Bölge Adliye Mahkemesi bünyesinde/yanında örgütlenmelidir. Basit nitelikli disiplin işlemlerini soruşturma ve sicil notu verme yetkisi mahkeme başkanlığına tanınmalıdır. Tayin ve atamalarda mahkeme başkanının kanaat ve talepleri nazara alınmalıdır. Mevcut sistemde, komisyon başkanı hakim olmasına rağmen adliyenin idari yönetimi ve harcama yetkisi komisyon üyesi olan CBS da bulunmakla ilk çelişki ortaya çıkmaktadır. Bir kısım sorunlu hakimler, hakim bağımsızlığı gerekçe göstererek layüsel davranışları alışkanlık haline getirmektedirler. Halen denetimsizlik ve takipsizlikten kaynaklanan bir çok sorun başkanlık sistemine geçildiğinde ciddi oranda azalacaktır. CBS na verilmiş bulunan yetkilerin yasal düzenlemeyle mahkeme başkanına da verilmesi mahkemelerin verimli ve etkin çalışmasına zemin hazırlayacaktır. Bir çok küçük problem HSK ya yansıyıp sorun haline dönüşmeden hızlı ve etkin bir şekilde, yerelde çözülecek olup zaman ve emek israfı önlenecektir.
HSK bir kısım yetkilerini mahkeme başkanlığına devretmelidir. Adli Yargı Adalet Komisyonu mevcut haliyle hakim ve mahkemelerin sekreterya işlemlerini yürüten bir kurul durumunda kalmaktadır. Hakim ve savcılarla ilgili en küçüğünden ön önemlisine kadar bütün yetkiler HSK da toplanmış bulunmakta, ancak kurul bu sorumluluklarını zamanında ve etkin bir şekilde yerine getirememektedir. Adem-i merkeziyet ilkesi; yetki ve sorumluluğun yerele/tabana yayılması, yargılama faaliyetlerinde de karşılaşılan sorunların yerinde ve zamanında çözülmesine oldukça önemli katkı sağlayacak bir yaklaşımdır. Mahkeme başkanlığına devredilmesi gereken yetkiler harcama, izin, yönetim ve bir kısım disiplin işlemleri ve sicil fişi doldurma, hakimin tayinini talep etmek gibi yetkilerdir. Bu şekilde güçlendirilmiş ve yetkilendirilmiş mahkeme başkanlığı, halen HSK tarafından halli yıllara sari bir çok sorunu mahallinde, en kısa sürede ve etkin olarak çözebilecektir. Böylece bir çok disiplin konusu olan eylem ve işlemler mahkeme başkanlığı tarafından büyümeden de halledilmiş olacağından vatandaşın ve muhataplarının sızlanmalarını önleyeceği gibi hakimlerin de inceleme ve soruşturmalarla karşılaşmalarını en aza indirecek, yıpratıcı disiplin süreçlerinden koruyacaktır. Bir hakimin mesaiye geç gelip erken ayrılması, işi gereği muhatap olduğu şahıslara karşı kırıcı davranması, elindeki davaya olan ilgisi, davaların süresi içinde bitirilip bitirilmediği, teraküme neden olunup olunmadığı, hakimin kendisini mesleki anlamda yenileme ve yeni gelişmelere uyumu, çevresi ile olan ilişkileri vs konularda etkin bir denetim ve gözetim yetkisine sahip bir mahkeme başkanlığı hakim hakkındaki şikayetleri da ortadan kaldıracağı gibi hakime de daha rahat çalışma ortamı temin edecektir.
Mahkeme Başkanlığı sistemi hakimlerin bağımsızlığı ve teminatı bağlamında tartışılmamalıdır. Hakimlerimiz, maalesef denetlenebilir olmaktan ve şeffaflıktan rahatsızlık duymaktadır. Bu yaklaşım yargıya olan güven duygusunu da olumsuz etkilemektedir. Hesap verilebilirlik; hakim savcı teminatını ortadan kaldıran değil, aksine güçlendiren bir ilke olarak görülmelidir. Nitekim gerek heyetli mahkemelerde, gerekse idari yargıda bu yaklaşım sorunsuz olarak yıllardan beri zaten sürdürülmektedir. Yine Başsavcının diğer savcılar üzerindeki benzer yetkileri savcı bağımsızlığı ve teminatı kapsamında tartışılmamaktadır. Mahallinden yönetim ve müdahale anlayışı içerisinde yapılandırılacak mahkeme başkanlıkları HSK nın zamanında ve etkin olarak yerine getiremediği bir çok sorumluluğu da üzerine alarak, yargıda kalite ve etkinliğin sağlanmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
HSK teftiş ve terfiye ilişkin bazı yetkilerini de hakimin verdiği kararların istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlığına devretmelidir. BAM Başkanlığı bölgesindeki mahkeme başkanlarıyla birlikte veya koordineli olarak bu yetkileri kullanmalı ve istinaf incelemesi yaparken karar vermiş bulunan hakim hakkında başarı puanı da vermelidir. Bu puanlar, mahkeme başkanının sicil notu ve teftiş kurulunun raporları hakimin terfi ve başarı incelemesinde etkili olmalıdır.
7. Mahkemeye erişim, hak arama hürriyetini geliştirmek ve güçlendirmek;
FETÖ/PDY terör örgütüne üyelik veya iltisakları nedeniyle çok sayıda hakim ve savcının meslekten ihraç edilmesi yanında, istinaf mahkemelerinin kurulması ve Yargıtay üye sayısının artırılması nedenleriyle meydana gelen boşluğun doldurulması zarureti çok yoğun bir hakim ve savcı alımını zorunlu kılmıştır. Aynı nedenlerle mesleki kıdem ve tecrübesi yetersiz bir çok hakim mesleğinin daha başında üstesinden gelmekte zorlandığı dava ve işlere bakmak durumunda kalmıştır. Konjoktürel bu durum bir yana ülkemizdeki asıl sorun; hakimlerin yargılama dışı iş ve işlemlerle meşgul edilmesi nedeniyle verimsiz çalışmaları ve vatandaşın adalet ihtiyaç ve talebinin etkin ve zamanında yerine getirilememesidir. Hakimlerin bizzat yerine getirmesine gerek bulunmayan iş ve işlemlerde adli kolluğun ve adli hizmet uzmanlığının devreye girmesi ve hakimlerin sadece nihai karara odaklanması sağlanmalıdır. Mevcut hakim ve savcı sayımız yıllık iş sayısına oranla bazı Avrupa ülkelerine kıyasla az olduğu gibi bir çok Avrupa ülkesine göre de yüksektir. Sorunumuz hakim savcı sayısı değil hızlı ve etkin bir yargılama yapamıyor oluşumuzdur. Mahkemelerimiz gelen iş yüküne kıyasla karar verme sayısı itibarıyla sair ülkelerin oldukça gerisinde kalmaktadır. Bu sonucun burada sayılamayacak bir çok nedeni mevcuttur. Denetimsizlik, teftiş, yargı paydaşlarının mesleki yetersizliği, tembellik vs.
Ülkemizde mahkeme başına ortalama iş yükünün tespitine ilişkin çalışmalar oldukça yeni ve yetersizdir. Her bir davanın ortalama maliyeti ve süresine ilişkin ise hiçbir çalışma yoktur. Yargılama süresi yanında yargılama maliyetinin de disipline edilmesi gereklidir. Yargılama, hak arama hürriyetini engelleyecek şekilde paralı ve çok masraflı bir kamu hizmetine dönüşmüş durumdadır. Yargılama maliyetinin tespitine ilişkin Hollanda örneğinin üzerinde durulması gereklidir. Yargılamanın kamuya ve iş sahibine maliyeti hak arama özgürlüğünün gerçekleştirilmesi bakımından son derece önemlidir. Daha önceki düzenlemelere ilave olarak getirilen özellikle peşin avans uygulaması, ev eşyasının haczedilmezliği, karşılıksız çek düzenlemeleri gibi uygulamaların son derece olumsuz neticeler doğurduğu görülmektedir. Mahkemelere gidecek iş yükünü caydırmak amacı ile uygulamaya geçirilen ve miktarı itibarıyle vatandaşı zorlayan peşin avans ile temyiz harcı uygulamaları, vatandaşın hak arama özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlamaktadır. Adalet pahalı bir talep olmamalıdır. Vatandaşın hak arama hürriyetini temin için “Adli Himaye Sigortası” mutlaka uygulamaya konulmalıdır. Bu husus aşağıda ayrıca açıklanmıştır.
Yeni HMK, “öninceleme” yolu ile duruşma sayılarının en aza indirilmesini öngörmesine rağmen hakimlerimiz bu amaca uygun davranmamaktadır. Dava açıldığı tarihten itibaren 1 yıldan fazla zaman geçtiği halde henüz duruşma günü tayin etmeyen mahkemeler yanında, tensiple uzun duruşma günü tayin eden bir çok hakim bu süreyi boş geçirerek öninceleme işlemlerini yapmayıp eski usule göre yargılama yapmaya devam etmektedir. Haklı ve kabul edilebilir bir gerekçe olmadığı halde çok uzun duruşma günleri verilerek davalar uzatılmaktadır. “Mahkeme Yönetimine Destek Projesi” kapsamında yapılan tespitlere göre aynı adliyede proje uygulanan mahkemelerdeki yargılama süresi 6-9 ay, projeye dahil olmayan yandaki mahkemede yargılama süreleri 24-36 ay olarak tespit edilmiştir. Yani özel eğitimden geçmiş ve gayretli hakimler yargılama sürelerini oldukça düşürebilmişlerdir. Yargılamada yürürlüğe girmiş olan “hedef süre” uygulaması önemli olmakla birlikte tek başına yetersizdir. Bu hedeflerin gerçekleşmesini sağlayacak eğitim ve denetim yapılmalıdır.
Kanunlarda yapılan değişikler veya yeni düzenlemeler, yargılama kültürü değişmediği için maalesef vatandaşın adalete erişiminde yeni engeller olarak ortaya çıkabilmektedir. Uyuşmazlıkların mahkemeye gelmeden çözümlenmesi ve mahkemelerin iş yükünün azaltılması amacıyla uygulamaya konulan Arabulucuk ve Uzlaştırmacılık uygulamaları faydadan ziyade adalete erişim hakkını geciktiren bir formaliteye dönüşmektedir.
Davaların uzamasının önemli bir nedeni de adli ara verme (adli tatil) uygulaması olup aşağıda, ayrı bir başlık halinde değerlendirilmiştir.
Davaların uygun bir zamanda bitirilmesinin nedenlerinin başında, gereksiz duruşma taliklerinin çok yoğun bir şekilde yapılması gelmektedir. Mahkemelere gelen iş yükünün yoğunluğu elbette bir sorundur. Vatandaşın en çok şikeyetçi olduğu husus, davaların yerinde olmayan gerekçelerle ha bire tehir edilmesi de son derece önemli bir sorun olarak görülmeli ve üzerine gidilmelidir. Çok yakından denetim yetkisine sahip Mahkeme Başkanlığı sisteminde bu tür yaklaşımlara müsaade edilmeyeceği kanısındayız.
8. İdari Yargı Adli Yargı içinde yapılanmalıdır;
Yargı birliğinin sağlanması vatandaşlarımız bakımından son derece zorunlu bir ihtiyaçtır. Bu manada askeri yargı yolunun 2017 Anayasa Referandumu ile kaldırılmış olması son derece önemli ve yerinde bir uygulama olmuşken idari yargının durumunun gündeme gelmemiş bulunması bir eksikliktir. Ayrı bir yargı yolu olarak askeri yargı için getirilen eleştirilerin tamamı idari yargı için de geçerli olup, idari yargının ayrı bir yargılama usulü ve ayrı bir teşkilat olarak örgütlenmesinin tatmin edici gerekçeleri yoktur.
İdari yargıya genel bütçeden ayrı bir pay ayrılmasına rağmen, ayrılan payın adli yargıya nispetli düşük kalması, ihtiyaçların temininde yaşanan zorluklar, adliyelere göre personel yetersizliği, bina şartlarındaki uygunsuzluklar, lojman sorunlarına kadar bir çok sıkıntılı yaklaşım idari hakimlerde dışlanmışlık hissini doğurmaktadır. Başka bir binada, ayrı bir usul yasası ve ayrı ayrı mahkeme uygulamaları vatandaşlar ve avukatlar nezdinde çekincelere neden olmakta, hak arama imkanları kısıtlanmaktadır. Kamu kaynaklarının etkin ve verimliliği bakımından da ayrı ayrı binalarda ve ayrı teşkilatlar olarak örgütlenmeler yargılama maliyetlerini artırmakta ve insan kaynaklarının verimli kullanılmasına engel olmaktadır. İdari yargının adli yargı içerisinde, bir çok mahkeme gibi uzmanlık mahkemeleri şeklinde örgütlenmesinde hiçbir sakınca olmamak gerektir. Adli yargı içinde teşkilatlanma, yukarıda sayılan bir çok mahzuru kendiliğinden ortadan kaldıracağı gibi kamu ve insan kaynaklarının daha etkin ve verimli kullanımına da imkan sağlayacaktır.
9. Teftiş Sistemi Değiştirilmelidir;
9a. Mevcut yapısı içinde teftiş sistemimiz beklentileri karşılamaktan uzak kalmaktadır. Uygulamada karşılaşılan bir takım aksaklıkların giderilmesi amacı ile yapılan teftiş, fiili durum nedeni ile hakim ve savcılara baskı ve denetim yönü ile öne çıkmış durumdadır. İki yılda bir yapılagelen teftiş uygulaması bakanlık ve HSK şeklinde ikiye ayrılmakla artık adliyeler yıllık teftişe tabi tutulur hale gelmiş, mahkemeler her yıl 3-6 ay arası sürelerle denetim stresine maruz kalmaktadır(Yargıda son dönemde yaşanan olaylar nedeniyle 6 yıldan beri düzenli bir teftiş de yapılamamıştır).
Performans değerlendirme metot ve yöntemlerinin yetersiz kalması bir yana yapılan proğramın çok gerisinde kalan denetimlerin güdülen amacı karşılamadığı tartışmasızdır. Özellikle HSK Teftiş Kr.da görev yapan müfettişlerin yeterli süre çalışmadan kürsüye dönüyor olması müfettişlerimizin yaş profilini bir hayli aşağılara çekmiştir. Bu durum kıdem ve yaş itibarı ile kendilerinden önde bulunan ve çoğu kere ünvanlı görev yapan hakim ve savcıları rahatsız etmektedir.
9b. Bazen yılın tamamını teftiş görevinde geçirmekte olan müfettişlerin ailevi ve sosyal ihtiyaç ve sorumluluklarını yerine getiremedikleri, eş ve çocukları ile ilgilenmek imkanlarından mahrum kaldıkları, aşırı iş yükü nedeni ile mutad denetim ve soruşturmalar için yeterli imkan ve zaman bulamadıkları tartışmasızdır. Bütün olumsuzluklara rağmen hiç de müsait olmayan şartlarda belki aylarca çalışarak yerine getirdikleri teftiş, denetim ve soruşturma raporlarının da gereği gibi değerlendirilmediği bir çalışma düzeninde mutlu da değildirler. Aylar süren yorucu ve bıktırıcı gayretlerle hazırlanan klasörler dolusu soruşturma dosyaları bazen hiç nazara alınmamaktadır. Teftiş kurulu kalifiye personel bulmakta ve elindeki yetişmiş elemanları muhafaza etmekte zorlanmakta ve teftiş proğramlarını yetiştirememektedir.
9c. Teftiş kurulu, Bölge Adliye Mahkemesi (İstinaf) bünyesinde bölgelere ayrılmalıdır. Her bölge adliyesinin yetki sınırları içinde yerinden ve sürekli faaliyet gösterecek teftiş ve denetleme sistemi mevcut sistemin neden olduğu aksaklık ve problemleri ortadan kaldıracaktır. Bu sistemde müfettiş 2-3 yılda bir gelip, asık suratla hesap soran, azar çeken, not kıran değil bölgesi içinde devamlı iletişim sağlanan, sorunla karşılaşıldığında danışılan, ezen değil yardımcı olan bir kılavuz olacaktır. Müfettiş de her akşam işinden evine dönebilecek, aylarca ailesinden uzak yaşamanın stresini duymayacak, hiç tanımadığı hakim ve savcılar hakkında kanaat belirtmekten ziyade süreç içinde devamlı irtibat kurabildiği, istinaf dosyalarından takip edebildiği, varsa sorunlarını yakinen bildiği meslektaşı hakkında daha isabetli kanaat belirtme imkanına kavuşmuş olacaktır.
Yargıtay’dan “iş geçirme ve not verme” uygulamaları zamanında yerinde gerekçelerle kaldırılmış olsa da hakim ve savcıların performans denetimi bakımından çok önemli bir argüman kaybedilmiştir. Puanlama sistemine geri dönülmüş ancak eski etkinlik sağlanamamıştır.
Hakim ve savcıların mesleki performansının değerlendirilmesinde, hedef süre uygulaması yanında vatandaş, avukat, kalem ve diğer meslektaşların görüş ve değerlendirmelerinin de alınması son derece önemli ve etkili bir yaklaşım olacaktır. Hizmet alanlara yönelik memnuniyet anket ve analizleri, yargıda hız ve kaliteyi artıracağı gibi hakim ve savcılar ile avukat ve vatandaş ilişkilerini de olumlu yönde etkileyecektir.
10. Adli Tatil Kaldırılmalıdır;
Adli tatil(ara verme) uygulaması; yargı çalışanları ve vatandaşlar bakımından faydası olmayan, aksine bir çok olumsuzluğu içinde barındıran bir uygulama olmakla derhal sona erdirilmelidir. Ara vermenin 45 yerine 35 veya 40 gün olarak uygulanması da sorunu giderecek bir formül değildir. Mevcut hali ile 20 Temmuz de başlayacak tatil uygulaması gerekçe gösterilerek Mayıs ayı sonu itibarı ile Eylül-Ekim ayına, Temmuz ayı itibarı ile de Ekim-Kasım ayına duruşma günü verilmek sureti ile fiili ara verme 3-4 aya kadar çıkarılmaktadır. Bir çok hakim gerekçeli kararlarını adli tatilde yazmaya bıraktığı için 15-30 gün içinde yazılması gereken gerekçeli kararlar aylar sonra gelecek adli tatili bekletilmekte, gereksiz sızlanmalara ve yasaya aykırı durumlara neden olmaktadır. Bunun yanında belki birkaç yılda bir Türkiye’ye gelen gurbetçilerimiz başta olmak üzere acil işi olan vatandaşlarımız mahkeme kapılarından geri dönmektedir. Devletin en önemli fonksiyonlarından biri olan “adalet dağıtma görevi” resmi olarak 40 gün, fiili olarak iki katı bir zaman tatil edilmektedir. Bu durumun sosyal devlet anlayışı ile bağdaştırılması mümkün değildir. Bütün çalışanların en temel hakları olan tatil ihtiyaçlarını totaliter bir yaklaşımla hep birlikte yaptırmak veya hep birlikte mesaiye zorlamak çağdaş bir anlayış olamaz. Yargı çalışanları da diğer tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, kendi tatillerini kendi ihtiyaçları doğrultusunda, kısım kısım veya bir bütün olarak kullanabilmelidirler. Bahar veya güz aylarında tatile ihtiyaç duyan bir meslektaş izni bulunmadığı için muvazaalı doktor raporları almaya zorlanmaktadır. Hiçbir kimsenin dinlenebilmek için 40 günlük bir tatile ihtiyacı olmamak gerektir. Herkes tatil hakkını küçük kısımlar halinde de kullanabilmelidir. Mevcut uygulama bir hakimin çalışma ve tatil planlaması yapmasını imkansız hale getirmekte, adli ara verme süresi içinde hoş olmayan ve başka meslektaşları çok zor durumlara düşüren uygulama örnekleri ortaya çıkmaktadır.
Dünyada örneği bulunmayan adli tatilin kaldırılması, hakimlere kendi iş ve tatil planlaması yapmalarına imkan ve fırsat verecek ve yukarıda izah edilen sakıncaları ortadan kaldırabilecek bir uygulama olacaktır.
11. Hakimler ve Savcılar Kurulu ;
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu faaliyetine başladığı 2010 tarihinden itibaren öncelikle yüksek yargıdaki iş yükünün azaltılması ve tıkanıklığın giderilmesi bakımından Yargıtay’a ve Danıştay’a önemli sayıda üye seçimleri yapmıştır. Her iki yüksek mahkemenin daire ve üye sayıları ciddi miktarda artırılmıştır. Ancak ülkemizin maruz kaldığı 15 Temmuz darbe girişimi en büyük hasarını yargı alanında açmış Yargıtay ve Danıştay’da görev yapan üyelerin önemli bir bölümü FETÖ/PDY terör örgütüne irtibat ve iltisakları nedeniyle görevlerinden alınmışlardır. Yerlerine ise yeni üyeler seçilmiş ve göreve başlamışlardır. Ancak yılların birikimleri ve temyize gelen iş yükünün ağırlığı nedeni ile henüz hedeflenen süreler geneli itibarı ile yakalanamamıştır.
2010 tarihinde görevine başlayan HSYK, yargı sorunlarının tespiti amacı ile bütün hakim ve savcılarımızın dolaylı ve 1700 civarı meslektaşımızın da doğrudan katılımları ile “yarıgıda durum analizi” toplantılarını yapmıştır. Bu toplantılarda yargının ve meslektaşlarımızın yaşadığı sorunlar ve teşkilatın beklentileri en sağlıklı yöntemlerle tespit edilmeye çalışılmış ve bir çok iyileştirmeler ve düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Meslektaşlarımızın tayin, terfi ve diğer özlük konularında yaşadıkları sorunların büyük bir bölümü onların talepleri doğrultusunda giderilmiştir. Teftiş kurulu ikiye ayrılmış ve yeni yönetmelik doğrultusunda daha isabetli denetim yapılma gayretine girişilmiştir. Diğer yandan mahkemelere gelmekte olan iş yükünün azaltılması amacı ile bir çok iş yargılama konusu olmaktan çıkarılmıştır. Ancak 15 Temmuz sürecinde yargı, girmiş olduğu ağır yük altında sair sorunlarını gündemleme fırsatı bulamamıştır. Yargının temel sorunlarının çözümü amacı ile yeni ve geniş tabanlı çalışmaların sistemli bir şekilde devam ettirilmesi gereklidir.
Zikredilen düzenleme ve gayretlere rağmen, yargının hızlandırılması ve kalitesinin artırılması konusunda arzu edilen hedeflerin halen uzağında bulunmaktayız. Özellikle yargıdaki kalite sorunu can yakıcı bir şekilde devam etmektedir.
Yargı sorunlarının çözümü amacı ile ortaya konulmuş bulunan onlarca projede temel vizyon yanlışlarından birisi hakim odaklı yaklaşımların benimsenmiş olmasıdır. Vatandaş(hizmet alan) odaklı olmayan veya bu alana ilgi de göstermeyen bu projeler sorunu kamilen çözmek kabiliyetinden de mahrum kalmaktadırlar. Bakanlığın ve HSK nın vatandaş odaklı projelere odaklanması yerinde bir yaklaşım olacaktır.
Sadece mahkemelerdeki iş yükünün azaltılması mantığı ve amacı ile ortaya konan çözümler, hakim odaklı çözümler olup vatandaşın kaliteli adalet beklentisini karşılamaktan uzak kalmıştır. İİK, ÇekK, HMK ile yapılan değişiklikler yanında uygulamaya konulan arabuluculuk ve uzlaştırmacılık kurumları maksadına aykırı uygulamaya dönmüş bulunmaktadır. Adalet hizmetini etkin, zamanında ve kaliteli sağlamaktan ziyade temel hedefi mahkemelerin iş yükünü azaltmak olan proje ve uygulamaların fayda sağlamadığı görülmelidir.
Devası sorunların çözümü için de devasa (radikal/devrimci/inkılapçı) yaklaşım ve projelerin ortaya konması gerekirken, hakim merkezli,eskinin devamı niteliğinde ve konjonktürel ihtiyaçları gidermeye matuf girişimler iyiniyetli de olsa nihai başarıyı sağlayamamaktadır. Yargının bütün paydaşları (hakim,savcı,avukat,kolluk, personel,yüksek yargı, yargı STKları) ile siyaset kurumunun birlikte ve etkin katılımları ile oluşturulacak kısa,orta ve uzun vadeli proğram ve planlamalar yapılmalıdır.
HSK Kan. değişmelidir;
HSYK yaşanan olumsuz tecrübelerin neticesinde, geçmişe tepkinin de derin izlerini taşıyan bir yapı olarak ortaya çıkmış olsa da, geçmişteki uygulama ve yaklaşımların büyük oranda tevarüs ettiği bir kurumlaşmaya gitmiştir. Yargılama aynı zamanda kamusal bir görevdir. Yargısal yanı dışında idari ve yargı politiği bakımından siyasi tasarrufları bulunan HSK nın görev tanımı, yargıyı tamamı ile idare eden ve bu yönü ile de toplumun denetimine açık, şeffaf ve hesap verebilir bir yaklaşım ile tanımlanması ve bu eksen üzerinden yapılandırılması gereklidir.
HSK temerküz ettiği yetkiler bakımından yargının iş ve işlemlerini düzenleyip yöneten bir organ olmaktan ziyade “yargıyı bükme” gücüne sahip bir kuruldur. Bu nedenledir ki; illegal yapıların dahi ele geçirmeye, etkili olmaya, sızmaya çalıştıkları bir kurumdur. Sırf bu nedenle dahi olsa bir kısım yetkilerinin başka kurumlara aktarılması gereklidir. Son derece aşırı yetki ve görevlere sahip kurul iş yükü ve yoğunluğu nedeniyle yasada belirlenin görevlerini de etkin bir şekilde yerine getirememektedir. 15 Temmuz sürecinde FETÖ/PDY terör örgütüyle mücadele özellikle yargı üzerinden yürütülmüş olduğundan HSK, günlük acil konularla uğraşmak zorunda kalmış ve sair görevlerini layıkıyla yerine getirememiştir. Bu nedenlerle HSK nın bir kısım yetkilerinin başta basit disiplin işleri, idari uygulamalar, teftiş vs olmak üzere yerel mahkemelere (mahkeme başkanlıkları ve BAM başkanlıkları), yüksek mahkemelere veya Adalet Bakanlığına devri konuları gündeme gelmelidir. FETÖ/PDY terör örgütüyle etkin mücadele edebilmek amacıyla yapılan Anayasa değişikliği kurulun bağımsızlığına olumsuz etki yapmıştır. Kurulun bir kısım yetkileri Adalet Bakanlığına devir edilirken yargı bağımsızlığının korunmasına hassasiyet gösterilmelidir.
Hakim ve Savcı kurulların ayrılması, avukatların ayrı bir kurul olarak örgütlenmesi ve parlemento katkısı ile birlikte yeni bir üst kurul oluşturulması teklifleri tartışılmalıdır.
12.Avukatlık mesleği kan kaybetmektedir.
12a. Sayıları 120 000 i geçmiş bulunan avukatlar yargısal faaliyetin yanında, önemli bir istihdam alanı da oluşturmakla milyonlarca insanın geçim kaynağını da teşkil etmektedirler (TBB açıklamasına göre sayı beş yıl içinde 200.000 olacaktır). Sayının ihtiyacın üzerinde artması ve mesleki faaliyet kalitesinin çok düşük kalması yargılama kalitesini de doğrudan etkilemekte olduğu gibi, meslektaşlar arasında son derece çetin bir rekabeti de beraberinde getirmektedir. Yargısal faaliyet içinde hakim,savcı,personel, kolluk tarafından gerekli itibar gösterilmediği gibi mevzuat bakımından tanınmış bulunan yasal imkanlar da muhataplarınca kısıtlanmakta ve karşılaştıkları zorluklar ve hatta saldırılar karşısında yasada öngörülmüş himayelerden de mahrum kalmaktadırlar. Maaşların haczedilmezliği, mal beyanında bulunmamanın ve karşılıksız çek keşidesine yönelik düzenlemeler, ev eşyasının haczedilemeyeceğine ilişkin düzenleme, bakaya suçlarının, elektrik hırsızlığı vs kullanma hırsızlıklarının suç olmaktan çıkarılması, bir çok yargılama konusu olan işlemlerin idari yollarla çözümlenmesi yollarının açılması(en son örneği tanıma ve tenfiz davalarıdır), uzlaşma ve arabuluculuk gibi işlemlerdeki avukatlar aleyhine olan düzenlemeler, vekalet ücretlerinin kısıtlanmasına yönelik yargısal kararlar, CMK ve adli müzaharet ve arabuluculuk ücretlerinin son derece düşük tutulması avukatların meslek faaliyet alanlarını kısıtlamış bulunmaktadır. 1600 tlden daha az bir emekli maaşı ile geçinmeleri mümkün olmayan avukatlar, çok ileri yaşlarda dahi adliye koridorlarında CMK nöbetleri tutmaya mahkumdur. Bütün bunların yanında yüksek yargı tarafından da avukatlık mesleğine karşı olumsuz yaklaşımın her gün başka bir örneği ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Devamlı dışlanan ve meslek onuru gözetilmeyen avukatlar da maalesef kaliteli bir mesleki faaliyet gayretinden uzak düşmüşler, adeta kendilerine öngörülen bu yanlış yaklaşımı kabullenip, özümsemişlerdir. Başkalarının hak ve hukukunu korumayı meslek edinmiş avukatların kendi onurlarının korunması noktasında, çok daha büyük bir çabanın asli öznesi olmaları gereklidir. Avukat da kendini bir yargı mensubu olarak görmeli, meslek vakarına uygun bir hayat ve davranış tavrını geliştirip içselleştirmelidir. Barolar ve TBB birliği bu kalite iklimini hazırlamak noktasında birincil sorumluluk sahibi kurumlardır.
12b. Avukat olmak için sınav getirilmelidir;
2017 itibarı ile hukuk fakültelerine kayıt yaptıran öğrenci sayısı 16.000 dir. Bu sayı ülkemizin hukukçu ihtiyacının çok üzerindedir. Hiçbir elemenin olmadığı bu ortamda avukatlık gibi son derece önemli bir mesleği icra etmesi düşünülen kişilerde yeterli eğitim ve bilgi düzeyi aranmıyor olması son derece düşündürücü ve aslında endişe vericidir.
İnfaz koruma, mübaşirlik, şoförlük gibi memuriyetlere kabul için dahi KPSS dan 70 taban puan alma şartının arandığı bir vasatta, avukatlar için hiçbir elemenin olmaması, garip olması yanında son derece de sakıncalıdır(not:bu zabıt katipliğine girebilmek için asgari taban puanlar fiilen 80-85 aralığında bulunmaktadır). Avukatlık meslek kalitesinin önündeki en büyük engel olan bu anlayış, yargıda aranan toplam kaliteyi de engelleyen en önemli nedenlerin başında gelmektedir. Hakim ve savcıları mesleki bakımdan yeterli bir seviyeye getirmek ancak avukatların mesleki bilgi ve becerilerini artırmak ile mümkün olabilir. Kaliteli bir savunmanın olmadığı yerde kaliteli bir yargılamadan da bahsedilmesi mümkün değildir. Serbest piyasa ve liberal bir sosyo-ekonomik bir yapı içinde sınav ve benzeri süzgeçlerin olamayacağına ilişkin karşı eleştiriler yerinde değildir. Nitekim eczacılık gibi bir çok mesleğinin ifasına ilişkin çok yakın tarihli yasal düzenlemeyi örnek olarak zikretmek yerinde olacaktır.
Hukuk fakültesini bitirmiş bulunan herkes hakimlik ve savcılık sınavına girmekte, burada muvaffak olamayanlar avukatlığa yönelmektedir. “Hakimlik ve savcılık sınavı”nın adının “meslek/devlet sınavı”vs gibi bir ad ile yapılması ve bu sınavda belli bir başarı barajını veya puanına yakalamış olanların avukat olabilmesi mutlaka sağlanmalıdır.
12c. Avukatlığın yargının asli unsuru olma vasfı süratle yitirilmektedir;
Bütün girişimlere ve iyi uygulama örneklerine rağmen barolar ve avukatların yargılama alanlarındaki varlık ve inisiyatifleri azaltılmaktadır. Özellikle yapılacak yasal düzenlemelerde ve projelerde savunma ayağı olan avukat ve baroların görüş ve beklentileri nazara alınmalıdır. Tabii ki bu hususlarda baroların ve özellikle TBB nin daha aktif bir rol kapması ve inisiyatif kullanması öncelikli ve önemli bir sorumluluktur.
Avukatlık mesleki faaliyet alanları daraltılmaktadır (uzlaştırma, arabuluculuk, marka patent vekilliği, icra hukukundaki bazı yeni düzenlemeler, vs.) genel çizgisi itibarı ile avukatları yargısal alanın dışına itmektedir. Belli miktar ve türdeki davaların, zorunlu olarak avukatlar marifeti ile sürdürülmesi HMK ve yeni Av.K.na yerleştirilmelidir. Savunma hakkının temini bakımından, mevcut imkanlar kullanılabilir hale getirilmeli ve yeni yasal düzenlemelere de ayrıca gidilmelidir.
Yasaların tanıdığı bir kısım kısıtlı imkanlar da mahkemeler tarafından engellenmektedir. Yargının en önemli sorun alanlarından biri de, avukat-hakim, avukat-savcı ilişkilerindeki olumsuz tavır ve yaklaşımlardır. Avukatlar ne bakanlık tarafından ve ne de yargılamanın diğer iki unsuru bakımından meslek mensubu olarak kabul edilmemekte, mesleki faaliyet sırasında türlü olumsuzluklar ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Avukatların yasalarda öngörülmüş bulunan yetkileri Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere muhatapları tarafından kısıtlayıcı, daraltıcı yorumlara tabi tutulmaktadır. Hakimlerin birbirleri ile evlenmeleri teşvik edilmemelidir. Yargılama diyalektiği ve felsefesi açısından son derece sakıncalı olan bu durum yargılamanın savunma ayağını zayıf düşürmektedir. Adliye içinde ve gündelik yaşamın her alanında ve aynı lojmanlarda birlikte olan savcı ve hakimlerin, çoğu kere evli de olması, “güven veren adalet” algısını zedelemekte ve imkanları zaten kısıtlı olan savunmayı da olabildiğince dışlamaktadır. Görevlerini ifa ederken saldırıya uğrayan avukatlar, yasanın öngörmesine rağmen gerekli korunma imkanlarından istifade ettirilmemektedir. Hakim ve savcı yaklaşımlarından cesaret alan kalem ve icra dairelerindeki personelin tavrı ise sonderece yıkıcı ve onur kırıcı olabilmektedir.
12d. Avukatların sosyal güvencesi yoktur. Büyük çoğunluk, hukukçu kimliğinin onuruna yaraşır bir mesleki faaliyet ve hayat standardından yoksundur. CMK ve Adli Müzaharet ücretlerine dahi mahkum on binlerce avukat adliye koridorlarında var olma ve geçinme savaşı vermektedir. Külfet bakımından “kamu görevlisi” sayılan avukatlar, nimetler(imkanlar) sözkonusu olunca “serbest meslek mensubu” addedilerek dışlanmaktadır.
Sayıları 120 bini geçmiş bulunan ve kendileri ile birlikte en az 2 personel daha (bir katip, bir sekreter) istihdam eden ve böylece bir milyondan fazla nüfusun geçimini temin eden avukatların sorunları aslında yargının ve ülkenin önemli sorunu olarak görülmeli ve tedbirler buna göre alınmalıdır.
Avukat,hakim ve savcılar ile birlikte yargı mensubu olarak tanımlanmalı ve kabul edilmelidir.”Her aşamada birliktelik” anlayışı yaygınlaştırılmalıdır.
Yargının sorunları ko nuşulurken avukatların beklenti ve görüşlerine de itibar edilmeli, avukatlık sorunları çözülmeden yargının sorunlarının da çözülemeyeceği görülmelidir.
12e. Kamuda çalışan avukatlar başta hakimlik olmak üzere diğer mesleklere yönlendirilmelidir. Kamunun adli hizmet ihtiyacı sözleşme yapmak suretiyle hizmet alamı şeklinde serbest avukatlar üzerinden yerine getirilmelidir. Bu hedef gerçekleşinceye kadar kamuda istihdam edilen avukatların özlük haklarını da iyileştirecek düzenlemeler yapılarak mağduriyetler giderilmelidir.
12f. Yeni bir Avukatlık Kanunu acilen yapılmalıdır;
Avukatlık meslek sorunlarının kalıcı bir biçimde çözümü mesleğe yönelik olumsuz bakışın değiştirilmesi yanında yeni bir avukatlık kanunu yapılmasını da zorunlu hale getirmiştir. Bu konunun meşru ve etik muhatabı olan TBB üzerine düşen sorumluluğu yerine getirememiş, aradan geçen zaman içinde kamil bir avukatlık kanunu hazırlayıp, TBMM ne sunamamıştır. Bu nedenle,TBB ve katkı sağlamayı görevi kabul eden baroları da dışlamadan, Adalet Bakanlığı tarafından gerekli hazırlıklar süratle yapılarak yeni bir Avukatlık Kanunu acilen çıkarılmalıdır. Sorun sadece avukatların kişisel ve mesleki sorunu değil yargının ve dolayısı ile halkın bir sorunu haline gelmiş bulunmakla ötelenmesi de asla mümkün değildir. Kısmi ve mevzii bir takım değişiklikler yapılması yaşanan sorunları kamilen çözmeye yeterli olmayacağı gibi mevcut yasanın insicamını da ortadan kaldıracaktır. Avukatlık Kanunu da sık aralıklarla da meclis gündemine getirilemeyeceğinden bir defaya mahsus yeni bir avukatlık kanunu yapılması yoluna gidilmesi yerinde bir yaklaşım olacaktır.
Not: Adalet Bakanlığı Yeni Avukatlık Konunu Komisyonu Kasım 2013 tarihinde başladığı çalışmayı Mart 2014 te bitirmiş ve çalışma ilgili kurumlara görüşe gönderilmiştir. Gelen görüşler doğrultusunda çok kısa bir çalışma ile yasalaştırma faaliyetine geçilebilecek bir pozisyondadır.
13. Adli Yardım(himaye) Sigortası hayata geçirilmelidir;
Hem vatandaşın adalete erişim hakkını teminat altına alacak ve hem de avukatları bin türlü ücret, tahsilat ve vergilendirme sorunundan kurtaracak olan bu sigorta mutlaka uygulamaya konulmalıdır. Yeni HMK ile getirilen peşin avans uygulaması çoğunlukla asgari ücretle çalışan vatandaşın hak arama özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlamıştır. Yargılama giderleri ülkemizde fiilen avukat tarafından karşılanmakta ve ancak dava sonunda geri alınabilmektedir. Toplu ve miktarı itibarı ile yüksek davalarda yargılama giderlerin çok az sayıda avukat veya hukuk büroları üstlenebilmektedir. Bu durum, mesleğe yeni başlayan ve ekonomik bakımdan çok güçlü olmayan avukatlara karşı haksız rekabete ve dolayısı ile mağduriyete neden olmaktadır.
Böyle bir sigorta uygulaması, avukatlar bakımından hak edilen,gerçek ücretin sorunsuz tahsiline imkan vereceği gibi, vatandaşlarımızı da CMK ve Adli Müzaharete mahkum olmaktan kurtaracak, tanıdığı, bildiği bir avukat tarafından kaliteli ve kamilen temsil imkanına kavuşturulacaktır. Himaye sigortasının yaygınlaşmasına paralel olarak kamunun Adli Müzaharet ve CMK yükü de azalacaktır(2012 itibarı ile 212,4 milyon, not: 2013 itibarı ile 254,2 TL). Sigorta uygulaması ayrıca kayıt dışılığın önlenmesi, avukatlık ücret ve yargılama giderlerinin teminat altına alınması, avukatlık faaliyetinin denetimi, sigorta sektör ve bilincinin geliştirilmesi vs gibi pek çok olumlu katkıyı da beraberinde getirecektir.
14. İcra ve İflas Hukuku ve İcra daireleri yeniden yapılandırılmalıdır;
Ülkemiz icra ve iflas davalarının gereği gibi görülmesi, mahkeme kararlarının ve alacakların zamanında etkin bir şekilde infazı noktasında maalesef çok kötü durumdadır. İcra ve iflas sistemimizin teşkilat yapısı ile birlikte yeniden düzenlenmesi yargının etkinliği bakımından son derece gereklidir. Bu hususa ilişkin tespit ve önerilerimi ayrı bir çalışma ile takdirlerinize sunmayı ümit ediyorum…
Yargı sorunlarımızın çözümüne katkı yapması umut ve temennisi ile gösterdiğiniz sabır, ilgi ve nezaketinize şükranlarımı sunuyorum… Ekim 2018 Ankara Av.Ali AYDIN